14 Aralık 2010 Salı

' Gemi olma(ma)k ,



  ' Liman ' arıyor insanlar. Limanları ' insanlarda ' arıyorlar. Bilinçli ya da bilinçsiz, amaç aynı: sığınmak. Kişinin bakışlarına sığınmak, cümlelerine - kelimelerine, harflerine - sığınmak, omzuna sığınmak, kararlarına sığınmak, fikirlerine sığınmak, cüzdanına sığınmak... Neden peki? Sığlığını bastırmak bir yandan. Benlikteki eksiklikleri kişiye - gruba kimi zaman- atfetmek. Görmemek eksik parçaları - görmemeye çalışmak daha çok! - . Öte yandan, kendi kendine yetmezliğinden değil; kendinin enginliğinden korkarak bunu yapmak... Kendini tanıyamamak... Kaybolmak belki kendinde... Korkak olmak aynı zamanda. Kendinden korkmak, yapabileceklerinden kormak; ama en önemlisi başarısızlıktan korkmak!

 Aranılan liman olmak ya da - istemli yahut istemsiz - . Kendi dertlerini unutup bir nebze, başkalarına ilaç olmaya çalışmak... Kendime yardımcı olamıyorum, öyleyse başkalarının elinden tutayım gibi saçma bir savunma mekanizması içine girmek - savunma mekanizması kullandığını söyleyip, kendi kendine gülmek sonra da- . Ya da, bıkmak ' diğerlerinden ' . Kendini bulmana izin verilemeyecek kadar başkalarıyla kuşatılmış olmak...

 İlki ya da ikincisi. Olunan tek olduğunda, sadece bir kategoriyi düşünürsün. Çözüme ulaşman daha az karmaşık olur. Ancak, bilinçli olarak liman arayıp, istemsiz olarak liman olunduğunda... İsteklerin, planların, kararların hiçe sayılarak, olacağı gibi olduğunda... Ne yapılır?! Aradığın liman da, aranan liman da kendin olursun. Topu sadece ama sadece kendine atabilirsin o vakit. İyisi de ' kendinsin ' , kötüsü de ' kendinsin ' . - Oldukça acımasızca! -






11 Kasım 2010 Perşembe

' Hava Hali ,


   Her sabah, İnönü Stadı'ndan Dolmabahçe'ye doğru inerken - otobüs ne kadar kalabalık olursa olsun - denize camdan bakmaya çalışırdı. Eğer parlıyorsa deniz güneş ışığıyla, ufak bir tebessüm oturuverirdi yüzüne - yolcuların bakıp da şaşırmasından çekinerek - . Mutlu hissederdi kendini. Nedensiz diye düşünürdü; ancak deniz ve güneşin neşesinden ötürü mutlu olduğu aklına gelmezdi. Ama tersi olduğunda, güneş küsmüşçesine saklamışken ışınlarını; deniz de sinirlenerek karalara bürünüp, dalgaları sürdüyse öne... Başını hafifçe başka tarafa çevirir, kaşlarını çatardı. Etkilerdi bu tablo, gününün nasıl geçeceğini. Eğer merak edilirse deniz ve güneşin sabah saatlerinde nasıl olduğu, çatık kaşlarından ya da utangaç tebessümünden anlaşılabilirdi.

9 Kasım 2010 Salı

' İnsancıklar ,

 

   Mutluyduk... Ah, hem keder hem sevinç dolu ne saatlerdi onlar! Şimdi anımsadıkça tatlı bir elem sarıyor içimi. Anı, tatlıda da, acıda da her zaman ıstırap verir insana. Belki başkası öyle değildir. Ben duyarım bu ıstırabı; ama tatlıdır bu ıstırap. Kalp acı çekmeye, ezilmeye, sıkışmaya, kederlenmeye başladığında anılar, onu gündüzün sıcağında kavrulmuş cılız, zavallı bir çiçeği, akşam serinliğinde çiğ tanelerinin canlandıracağı gibi canlandırır. 

   Varvara Alekseyevna.
                  
   Dostoyevski / İnsancıklar